French  German Translation- Coming Soon   English
US Ambassador Henry Morgenthau       

 

 

 

© 1918.
Henry Morgenthau
Istanbul’daki Amerikan Büyükelçisi
1913-1916



BÖLÜM 24

BIR ULUSUN KATLI


1918

Ermeni soyunun 1915'te imhasında,  1895 ve diğer yıllardaki katliamlarda Türk harekâtlarına engel oluşturmayan bazı zorluklar yaşanmıştı. Daha önceki olaylar sırasında Ermeniler çok az güce ve direnme yöntemlerine sahiptiler. O günlerde Ermenilerin askeri eğitim almasına, Türk ordusunda görev yapmalarına ve askeri rütbeler almalarına izin verilmemekteydi.Daha önce de söylediğim gibi, 1908’de devrimciler idareyi ele geçirdiklerinde bu tür ayrımcı uygulamalara son verilmişti. Hıristiyanların o dönem silahlanmalarına izin verilmesine paralel olarak, eşitlik ve özgürlük heveslisi otoriteler de, onları böyle davranmaya özendirdiler. Bu yüzdendir ki, 1915lerin başlarında her Türk şehri, askeri anlamda eğitim almış,  tüfek, tabanca ve farklı savunma silahları taşıyan binlerce Ermeni ile doluydu.Van’daki operasyonlar bir kez daha bu insanların silahlarını uygun bir menfaat uğruna kullanabileceklerini açığa vurdu. Böylece bu seferki Ermeni Katliamının Türklerin savunmasız Ermeni kadın ve erkeklerine yapmayı çekinmedikleri toptancı bir kasaplık niteliğinden sıyrılıp daha ziyade bir savaş olacağı aşikâr hale geldi. Eğer bir soyun katliam planı başarılıyla olacaktıysa, bunu için atılması gereken iki başlangıç adımı vardı: tüm Ermeni askerlerini güçsüz hale getirmek ve bütün şehirlerdeki ve köylerdeki tüm Ermenilerin silahlarını elerinden almak.Ermenistan’ı kılıçtan geçirimeden önce, Ermenistan savunmasız hale getirilmeliydi.


1915lerin başlarında Türk ordusunda görev yapan Ermeni askerlerinin statülerinde değişiklikler oldu.Bu zamana kadar çoğu savaşçı olan bu insanlar şimdi rütbelerinden mahrum edilmiş ve sıradan işçilere dönüştürülmüşlerdi.Ülkeleri için daha önce topçu ve süvari olarak hizmet veren bu eski askerler, bundan sonra kendilerinin yol işçisi ve hamal olarak çalışacaklarını keşfediyorlardı.Ordunun tüm levazımatını sırtlarında taşıyan bu insanlar, taşıdıkları ağır yükün altında tökezlerken bir taraftan da Türklerin süngü ve kamçıları altında kendi yorgun ve tükenmiş bedenlerini Kafkas dağları arasında taşımaya mecbur ediliyorlardı. Bu insanlar bazen kendi yollarını açmak için, yükleriyle beraber bellerine kadar karın içine saplanıp, yürümek zorunda kalıyorlardı.Bu insanlar hemen hemen günün tümünü açık havada geçirmek zorunda olup, sadece nadir olarak angaryacılarının sonu gelmeyen dürtmeleri kesildiğinde toprak üzerinde geceleyip uyuma şansını yakalıyorlardı. Onlara verilen sadece ekmek kırıntılarıydı; kendilerini kötü hissetliklerinde düştükleri yerde terk ediliyorlardı. Belki de başlarındaki Türk zalimlerin onları bu kadar uzun süre durdurmalarının sebebi kıyafetlerine varıncaya dek onlara ait her şeyi çalmak istemeleriydi. Sağ kalanlardan menzile ulaşmayı başaranlar olduğunda ise, onların da orada katledilmesi hiç de az rastlanır bir şey değildi.Ama Ermeni askerler çoğu kez daha da süratli bir şekilde bertaraf ediliyorlardı;  çünkü hemen oracıkta vurulmaları genel bir uygulama haline gelmişti. Neredeyse her durumda aynı yöntem uygulanıyordu.Şuradan ya da buradan toplanan 50 veya 100 kişilik küçük gruplardan oluşan insanlar toplanacak, dörtlü gruplar halinde birbirlerine bağlanacak, daha sonra da köylerine az mesafe uzaklıkta olan ıssız, içerlek yerlere doğru yürütüleceklerdi. Daha sonra aniden bir tüfek sesi dolduracaktı havayı ve refakatçi görevinde olan Türk asker kasvetli ve iç karatıcı bir yüzle görev mahaline geri dönecekti.Cesetleri gömmeye gönderilenler genel olarak değişmeyen bir manzarayla,  çıplak bedenlerle karşılaşacaklardı, çünkü alışılagelmiş olarak Türkler o insanların tüm kıyafetlerini çalmış olacaklardı.Dikkatimi çeken olaylardan biri de, katillerin bu insanları vurmadan önce onları kendi mezarlarını kazmaya zorlayarak, kurbanların acılarına bir yenisini eklemeleriydi.

Konsoloslarimiz raporlarindan birinde yer alan ve halen Amerika Disisleri Bakanligi kayitlarinin bir bölümünü olusturan bir olaydan bahsetmek istiyorum. Temmuz ayinin baslarinda 2,000 Ermeni 'amele'si Harput'tan yol yapimina sevk edildi. Kasabanin Ermenileri bunun ne anlama geldigini anladilar ve Validen merhamet dilediler. Fakat Vali adamlarin bir zarar görmeyecekleri konusunda israrliydi ve hatta Alman misyoneri Ehemann'dan eski askerlerin korunacagina dair onur sözü vererek, panigin önlenmesi için yardim bile istedi. Ehemann Valiye inandi ve halkin korkusunu yatistirmak için elinden geleni yapmaya çalisti. Fakat neredeyse bu 2,000 kisinin tümü katledildi ve cesetleri bir magaraya atildi. Sadece bazilari kaçabildiler, bu sebepten dolayi da katliam haberleri tüm dünyaya yayilmaya basladi. Sadece birkaç gün sonra, 2000 kisilik bir asker grubu daha Diyarbakir'a gönderildi. Bu adamlari araziye göndermelerini istemelerinin tek nedeni onlari orada kolaylikla katledilebilecek olmalariydi. Direnme veya firar etme gücünü bulamamalari için bu zavallilar sistemli bir biçimde aç birakildilar. Hükümet görevlileri kafilenin önünden giderek Kürtlere kafilenin yaklastigim bildirip, gereken görevlerini yapmalari konusunda onlara emirler verdiler. Bu aç ve zayif düsmüs insanlarin üstüne yalnizca Kürt asiret üyeleri daglardan çullanmakla kalmadilar, ayni zamanda Kürt kadinlari da Hiristiyan öldürüp Allah katinda sevaba girmek için kasap biçaklariyla bu insanlara saldirdilar. Bu katliamlar sira disi veya gizli kapakli gerçeklestirilen olaylar degildiler; bu anlattigim olay kadar daha pek çok korkunç öykü siralayabilirim. Bütün imparatorlukta yürütülen sistematik bir mücadele vardi. Bu mücadele, yalnizca yeni bir Ermeni nesli üretebilecek tüm kadinlari ortadan kaldirma amaci degil, nüfusun zayiflatilan halkasini kolay bir av haline getirmek amaciyla tüm saglikli erkekleri öldürme hedefini de tasiyordu.

 



Resim 43. Abdülhamit. Tarihte "kizil Sultan" olarak bilip, Gladestone tarafindan "muhtesem katil" olarak adlandirilmistir. Onun Ermeni sorunundan kurtulmak için gelistirdigi devlet politikasi tüm Ermeni ulusunu yok etmekti. Onu bu görevi tamamlamasini engelleyen sadece Ingiltere'ye, Fransa'ya, Rusya'ya ve Amerika'ya duydugu korkuydu. Onun halefleri olan Enver ve Talat bu ülkelere karsi daha fazla korku duymayarak, hedeflerindeki programi daha basarili bir sekilde sürdürdüler.


Resim 44. Ermeni yurdunun kendine has görünüsü.

Silahsiz askerlere yönelik gerçeklestirilen bu katliamlar son derece korku verici olsa da, silah gizlediginden kusku duyulan Ermenilere uygulanan muameleyle kiyaslanildiginda lütuf ve adil sayilirdi. Hiristiyanlar köylere ve kentlere herkese silahlarini karargâhlara getirmesini emreden duvar ilanlari yapistirilmaya baslandiginda dogal olarak korkmaya ve paniklemeye basladilar. Bu emir bütün vatandaslar için geçerli olsa da, Ermeniler Müslüman komsularinin silah bulundurmalarina izin verilirken, kendilerinin savunmasiz kalmalari halinde baslarina neler gelecegini, sonucun ne olabilecegini gayet iyi anlayabiliyorlardi. Ancak baski altindaki insanlar çogu zaman emre itaat ettiler, ardindan Türk görevliler onlarin bir "ihtilal" planlanmakta olduklarinin kaniti olarak büyük bir mutlulukla tüfeklere el koydular ve kurbanlari ihanet suçlamasiyla cezaevine attilar. Binlerce Ermeni çok basit bir sebepten dolayi silah teslim etmedi, çünkü teslim edecek hiç silahlari yoktu; oldukça çok sayida insansa vermeyi inatla reddetti, reddetmelerinin sebebi herhangi bir isyana kalkisacaklarindan degil, planlanmakta olan zulme karsi yasamlarini ve kadinlarinin irzini korumak idi. Boyun egmeyen bu kisilere uygulanan ceza modern tarihin en korkunç gerçeklerinden biri olmustur. Aramizdan birçogu iskencenin idari ve adli bir önlem olarak uzun süre yürürlükte kalmis olduguna inaniyoruz, ancak ben tüm bunlarin yaninda o siralar tüm Türkiye'de gerçeklestirilenlerin, en az karanlik çaglarda yasanan korkunç sahneler kadar berbat olduguna da inaniyorum. Türk Jandarmalar için hiçbir kutsallik yoktu; saklanmis silahlari arama bahanesiyle kiliseleri yagmaliyor, minberlere ve kutsal esyalara son derece kötü davraniyor ve hatta Hiristiyan ayinlerini taklit eden ayinler düzenleyip, onlarla alay ediyorlardi. Hükümete karsi kiskirtma hareketinin merkezinde olduklari iddiasiyla papazlari bayiltana kadar dövüyorlardi. Kiliselerde hiç silah bulamadiklarinda, bazen piskopos ve papazlari tabanca, tüfek ve kiliçla silahlandirip, kanuna ragmen silah bulundurmaktan divani harbi örfiye çikartiyorlar ve onlari fanatik serserilerin agina düsürmek için sokaklarda yürütüyorlardi. Jandarmalar kadinlara da erkeklere davrandiklari gibi acimasiz davraniyorlardi. Silah saklamakla suçlanan kadinlarin çirilçiplak soyularak yeni kesilmis dallarla kirbaçlandigina dair pek çok kayit vardir ve bu dayaklar çocuklu kadinlara bile atiliyordu. Bu aramalarda siddet o denli yaygindi ki, Ermeni kadin ve kizlari, daha jandarmalar yaklasirken ormana, tepelere veya daglardaki magaralara kaçiyorlardi.

Her yerde süregelen aramalara hazirlik olarak, köy ve kasabalardaki güçlü adamlar tutuklandi ve hapse atildilar. Burada iskenceciler kurbanlarinin "ihtilalci" olduklarini, itiraf etmelerini ve silahlarini gizledikleri yerleri ifsa etmelerini saglamak için tüm zalim hünerlerini gösterdiler. En yaygin uygulama, mahkûmu, her iki yanda birer memurun durdugu bir odaya almakti. Sonra falaka basliyordu. Bu, Dogu'da pek yaygin bir iskence usulüdür. Baslangiçta pek aci hissedilmez; fakat zaman geçtikçe aci giderek artar, ayaklar siserek patlar ve bu muameleye maruz kalindiktan sonra çogunlukla ayaklar kesilmek zorunda kalinir. Jandarmalar Ermeni kurbanlarini kendinden geçene kadar falakaya çekerlerdi; sonra yüzüne su dökerek onu ayiltmaya çalisirlar ve tekrar falakaya baslarlardi. Eger kurbanlarina istediklerini itiraf ettirmeyi basaramazlarsa, kullanabilecekleri daha çok baska yöntemleri vardi. Örnegin kas ve sakallarini tek tek yoluyorlar, el ve ayak tirnaklarini söküyorlar, gögsünü kizgin demirle dagliyor, kizgin kerpetenle etlerini kopartiyor ve ardindan yaraya kizgin yag döküyorlardi. Bazen Isa'nin Çarmiha gerilmesini taklit ederek el ve ayaklarindan tahtaya çakip, kurban acidan kivranirken bagiriyorlardi: "Hadi, Isa gelsin de yardim etsin sana!"

Bu ve burada anlatmaya çekindigim farkli iskenceler genelde geceleri yapiliyordu. Türkler cezaevlerinin çevresine toplatilip, zurna ve davul çaldiriyorlardi, böylece kurbanlarin çigliklarinin köylülere ulasmasini engelliyorlardi.

Ermenilerin bu acilara dayanabildikleri ve teslim edecek silahlari olmadigi için teslimi reddettikleri binlerce olay vardir. Ancak yine de iskencecilerini ikna edemiyorlardi. Dolayisiyla aramaya gelenler olacagi haberleri duyulunca, Ermeniler Türk komsularindan silah satin almaya çalisiyorlardi, böylece arama oldugunda silahlari teslim ederek bu korkunç iskenceden kurtulabiliyorlardi.

Bir gün yapilan tüm bu iskenceleri dile getiren sorumlu bir Osmanli görevlisiyle bu muamele tarzini tartisiyordum. Bu olaylari Hükümetin kiskirttigini ve bütün resmi görevdeki Türkler gibi onun da nefret edilen irka yönelik bu davranis tarzini içtenlikle onayladigini gizlemeye çalismadi. Bana tüm bu ayrintilarin Ittihat ve Terakki Cemiyetinin merkezinde geceler boyu görüsülen konular oldugunu söyledi. Her yeni aci çektirme yönteminin parlak bir icat gibi görülüyor ve düzenli katilimcilar yeni bir iskence kesfetmek için beyinlerini patlattiklarindan bahsetti. Ispanyol Engizisyonunun ve baska tarihi iskence kurumlarinin kayitlarini bile incelediklerini ve oralarda bulunan tün teknikleri kullanmaya karar verdiklerini söyledi. Bu tüyler ürpertici yarismanin galibinin kim oldugunu açikça söylemedi fakat faaliyetlerinden daha öncede bahsettigim Van Valisi Cevdet Bey'in ünü tün Ermenistan'a yayilmisti. Cevdet bu ülkenin her kösesinde "Baskale nalbandi" olarak biliniyordu çünkü bu iskence uzmani, Ermeni kurbanlarinin ayaklarina at nali çakarak, bütün iskenceler arasinda basyapit olabilecek bir iskence yöntemi kesfetmisti.


Harita 5- Ermenistan

Ancak o dönemin gazetelerinde anlatilan olaylar Ermeni mezalimini tam olarak olusturmamaktaydilar, sözü edilen seyler irkin imhasinin hazirlik asamalariydi sadece. Jön Türkler selefleri Abdülhamit'ten daha becerikli davraniyorlardi. Tahtan indirilen Padisahin emri sadece "Öldür, öldür" iken, Osmanli demokrasisi yepyeni bir plan olusturmustu. Tüm Ermeni irkini katletmek yerine tehcir etmeye karar vermislerdi. Osmanli Imparatorlugu'nun güneyinde ve güneydogusunda Suriye çölü ve Mezopotamya vadisi yer alir. Bu bölgenin bir kismi bir zamanlar gösterisli bir uygarliga sahne olmustu, fakat son bes yüzyildir Türk egemenligine tabi ülkelerle ayni alin-yazisini paylasmisti ve simdi kent ve kasabasi olmayan, hayata dair izler bulunmayan ve sadece birkaç vahsi ve bagnaz Bedevi asiretin yasadigi, kasvetli, issiz bir yere dönüsmüstü. Bu çölü, yalnizca çok çaliskan isçiler, uzun yillar harcayarak herhangi bir halkin yasayabilecegi katlanilabilir bir yer haline getirebilirlerdi. Merkezi Hükümet imparatorlugunun çesitli bölgelerinde yasayan iki milyondan fazla Ermeni'yi toplama ve onlari bu issiz bölgeye sürme niyetini ilan ediyordu. Bu tür bir tehcir hareketine girismeleri halinde, gaddarlik ve adaletsizligin doruguna ulasilmis olacakti. Aslina bakarsak, Türklerin kuracaklari bu yeni ülkeye Ermenileri yerlestirmek gibi bir düsünceleri hiçbir zaman olmamisti. Çogunlugunun asla varamayacagini ve varmayi basaranlarin da açliktan veya susuzluktan öleceklerini veya vahsi Müslüman çöl asiretlerince öldürüleceklerini biliyorlardi. Tehcirin gerçek amaci soygun ve imhaydi, bunlarin yani sira da gerçekten yeni bir katliam yöntemini temsil ediyordu. Ittihatçi otoriteler tehcir emrini vererek, bir irkin ölüm ilanini çikartmis oluyorlardi, bunu çok iyi biliyorlar ve benimle olan sohbetlerinde bu gerçegi hiçbir sekilde saklamaya kalkismiyorlardi.


Kongre Kütüphanesine ait bir fotograf

Tehcirlere 1915 yilinin ilkbahar ve yaz aylari boyunca devam edildi. Istanbul, Izmir ve Halep gibi büyük kentler bu uygulamalardan ayri tutuluyordu; fakat bunlarin disinda, tek bir Ermeni ailesinin bile yasadigi hemen bütün yerler simdi bu anlatilamaz trajedilere sahne oluyordu. Egitimi veya serveti ne olursa olsun, hangi sosyal sinifa mensup olduguna bakilmaksizin, tek bir Ermeni bile emrin disinda tutulmadi. Bazi köylere, bir veya iki gün önceden tüm Ermeni halkinin belirtilen tarihte halka açik bir yerde hazir bulunmasini emreden ilanlar asildi ve baska yerlerde de emri iletmek üzere sokaklarda tellallar dolastirildi. Bazi köylerde is en küçük bir uyarida bile bulunulmadi. Jandarmalar herhangi bir Ermeni'nin evinin önüne geliyor ve evdekilerin kendilerini izlemesi emrini veriyorlardi. Ev isleriyle mesgul kadinlari kiyafetlerini bile degistirmelerine izin vermeden götürüyorlardi. Polisin halka hissettirdigi duygu, Vezüv'ün lavlarinin Pompei'nin üstüne çöktügü andaki duyguya benziyordu. Kadinlar legenlerin basindan, çocuklar yataklarindan aliniyor, ekmekler ocakta kaliyor, yemekler yarim birakiliyor, ögrenciler kitaplari açik halde okullardan çikartiliyor ve erkekler sabanlarini tarlalarda, sürülerini daglarin eteklerinde birakmaya zorlaniyordu. Yeni dogum yapmis kadinlar bile bebeklerini yataklarinda terk ederek evden çikmak ya da yavrularini birakmadan, onlari kucaklarina alip, panik içindeki kalabaliga karismak zorundaydilar. Aceleyle kapabildikleri bir sal, bir battaniye, belki bir-iki lokma yiyecek gibi seyler evlerinden alabildikleri yegâne seylerdi. Endiseyle yönelttikleri "Nereye gidiyoruz?" sorularina jandarma tek bir cevap veriyordu: "Içerlere dogru." Bazi hallerde mültecilere özel esyalarini ve ev esyalarini elden çikartabilmeleri için birkaç saat, çok nadir durumlarda birkaç gün veriliyordu. Elbette bu da bir tür soygun anlamina gelmekteydi. Ermeniler sadece Müslümanlara satis yapabilirlerdi ve hem alici hem de saticilar, bir ömre ait birikimleri elden çikartmak için sadece bir ya da iki günlerinin oldugunu bildiklerinden dolayi, fiyatlar degerlerin çok altinda oluyordu. Dikis makineleri bir-iki dolar ediyorlardi yalnizca. Bir sigir bir dolara gidiyor, bir ev dolusu mobilya neredeyse para bile etmiyordu. Çogu zaman Ermenilerin bu komik fiyatlara bile satis yapmalari veya Türklerin satin almalari yasaklaniyordu; Hükümetin, mecburen geride birakacaklari borçlarini ödemek için esyalarini satmayi planladigi ileri sürülerek, mobilyalar magazalara konuluyor veya yagmaya elverisli kamuya açik yerlerde toplatiliyordu. Hükümet yetkilileri Ermenilere tehcirin geçici oldugunu, savastan sonra tekrar geri getirileceklerini, dolayisiyla evlerini satmalarina izin verilmeyecegini de söylüyorlardi. Ermeni mahallelerine Türkiye'nin farkli yerlerinden getirilen Müslüman muhacirler yerlestirilmeye baslandiklarinda, eski mal sahipleri köyü güç bela, ancak terk edebilmislerdi. Ayni sekilde para, yüzük, saat ve mücevher gibi tüm degerli esyalar, daha güvenli saklanabilmeleri için ve dönüslerinde geri verilmek üzere polis karakollarinda "emanete" aliniyor ve ardindan Türkler arasinda paylastiriliyordu. Ancak Ermeni muhacirler bu soygunlari pek umursamiyorlardi, çünkü gözlerinin önünde çok daha korkunç ve aci verici sahneler yasaniyordu. Erkeklerin sistematik imhasi devam ediyordu; daha önce belirttigim zulümlerden geçen erkekler simdi baska türlü siddetle karsi karsiya idiler. Kafileler yola çikmadan önce genç erkekleri ailelerinden ayirmak, onlari dörderli gruplar halinde baglamak, yerlesim yerinin disina götürmek ve orada kursuna dizmek olagan hale gelmisti. Halkin önünde yargilanmadan insanlar asiliyordu, tek bir gerekçe vardi asilanlarin Ermeni asilli olmasi. Jandarmalar, egitimli ve etkin kisileri yok etme konusunda özellikle bir arzu duyuyorlardi. Amerikan konsoloslari ve misyonerlerinden bu tür eylemlerle ilgili raporlar aliyordum devamli. Aktardiklari olaylarin çogunu yasamim boyu unutamayacagim. Ankara'da on bes ile yetmis arasindaki tüm Ermeni erkekleri tutuklandi, dörderli gruplar halinde baglandi ve Kayseri'ye götürülmek üzere sevk edildiler. Bes ya da alti saatlik bir yolculuktan sonra tenha bir vadiye ulasmislardi ki, bir grup köylü sopa, çekiç, balta, tirpan, testere ve belle üzerlerine saldirdi. Bu alet edevat tabanca ve tüfekten daha acil bir ölüme neden olmanin disimda, Türklerin ifadesiyle, çok daha tasarrufluydu, çünkü barut ve kovan gerektirmiyordu. Böylelikle, varlikli ve yetiskin tüm erkekler dâhil olmak üzere, Ankara'nin erkek nüfusu yok edildi ve ölümcül biçimde sakatlanmis vücutlari, vahsi hayvanlarin bulundugu vadiye terk edildi. Bu eylemin tamamlanmasinin ardindan köylüler ve jandarmalar yerel bir kahvede toplandi, notlarini karsilastirip, öldürdükleri "gâvur" sayisiyla övündüler. Trabzon'da adamlar mavnalara doldurulup, Karadeniz'e götürtüldüler; jandarmalar onlari mavnalarda vurup, cesetlerini denize döktüler. Dolayisiyla kafilelerin yola çikmasi için hareket emri verildiginde, kafile sadece kadin, çocuk ve yasli erkeklerden olusuyordu. Gelecekte onlari kaderlerini yok etmeye götüren yolundan koruyabilme ihtimali olan herkes yok edilmisti. Ahali yola çiktiginda, kentin valisi alay edercesine "iyi seyahatler" diliyordu. Kafile harekete geçmeden önce kadinlara Müslüman olmalari teklif ediliyordu. Bazilari yeni dini kabul etseler bile sikintilari bitmiyordu. Dönmeler, mümin olarak yetistirilmelerine riza göstererek çocuklarini Müslüman Yetimhanelere birakmaya zorlaniyorlardi. Ardindan kendilerinin de Hiristiyan kocalarini birakip Müslümanlarla evlenerek samimiyetlerini göstermeleri gerekiyordu. Eger iyi bir Müslüman kendisini es olarak almazsa, o zaman o kadin yine de sevk ediliyordu.


Resim 45. Van Gölündeki bir balikçi köyü. Bu bölgeden yaklasik 55 bin Ermeni katledildi.



Resim 46. Van'daki Halk firini etrafinda toplanmis insanlar ekmek alabilme ümidiyle bekliyorlar. Bu insanlar daha önce bilgilendirilmeden evlerinden alindilar ve çöle dogru yürümeye zorlandilar. Binlerce çocuk ve kadin hatta erkek bu zorunlu tehcir sirasinda, sadece açlik ve kötü yolculuk sartlarindan dolayi degil, ayni zamanda "muhafizlari"nin insanlik disi zulmü sebebiyle öldüler. .

Baslangiçta Hükümet bu kalabaligi korumak için biraz egilim gösterdi. Subaylar onlari genellikle, bazilari birkaç yüz, bazilari birkaç bin olmak üzere kafilelere ayirdilar. Bazi yerlerde sivil görevliler insanlarin yanlarina alabilmeyi basarabildikleri ev esyalarini tasiyacak kagnilar sagladilar. Görünüste kafilelere rehberlik etmek ve onlari korumak için her kafileye jandarma muhafiz birligi eslik ediyordu. Kollarinda veya sirtlarinda bebeklerini tasiyan giyinik kadinlar bastonlarin destegiyle yürüyen ihtiyar adamlarla yan yana yürüyorlardi. Çocuklar yalniz yürütülüyordu, herhalde bu da eglenebilmek için yeni bir sekildi. Daha varlikli muhacirlerin yanlarinda belki bir at veya bir esek oluyordu; bazi çiftçiler yanlarinda yürütecegi bir sigir veya bir koyun kurtarmayi basarmislardi ve bu karmakarisik alayda köpek, kedi, kus gibi evcil hayvanlari da görebiliyordunuz. Binlerce Ermeni kenti ve köyünden olusturulan bu umutsuz kafileler yola koyuldu; güneye giden bütün yollar onlarla doldu; geçtikleri her yerde toz bulutlari kalkiyor ve arkada çöpler, tabureler, battaniyeler, çarsaflar ve baska seyler kaliyordu. Kafileler hareket ettiginde muhacirler biraz insana benziyorlardi; ancak birkaç saat sonra yolun tozu yüzlerine ve giysilerine yapismaya basliyor, ayaklari çamur içinde kaliyordu ve yorgunluktan iki büklüm ve "muhafizlari"nin acimasizligi karsisinda çilgina dönmüs gruplar yeni ve tuhaf bir hayvan türüne benzemeye basliyorlardi. Ancak, 1915 yilinin Nisan ayindan Ekim ayina kadar geçen alti ayda Anadolu'daki hemen tüm karayollari bu tuhaf görüntülü sürgün gruplariyla doldu. Onlari, her vadiden geçerken ve hemen her dagin eteklerini tirmanirken görebilirdiniz; nereye gittiklerini bilmeksizin durmadan yürüyüp duruyorlardi ama sonunda tüm yollar ölüme götürüyordu. Köyler, kasabalar, ardi ardina daha önce detaylariyla anlattigim korkunç kosullar altinda Ermeni nüfusundan temizleniyordu. Bu alti ay boyunca, bilindigi kadariyla, yaklasik 1.200.000 insan Suriye çölüne dogru yola düstü. Atalarinin 2.500 yildir yasadiklari evlerinden ayrilirken, "bizim için dua edin," diyorlardi. "Bu dünyada tekrar görüsemeyiz, ama bir gün mutlaka karsilasiriz. Bizim için dua edin!"

Armenian Refugee Children under the Protection of the American Flag.
Kongre Kütüphanesine ait bir fotograf

Mezalim basladiginda, hemen hiçbir Ermeni, dogup büyüdügü köyü henüz terk etmemisti. Yolculuk yaptiklari yollar olsa olsa esek patikasinda biraz daha iyi haldeydi, birkaç saat önce düzenli bir yürüyüs alayi olarak baslamis olan sey kisa süre içinde daginik bir kalabalik halini aldi. Kadinlar çocuklarindan, kocalar karilarindan ayri düsüyorlardi. Yaslilar kisa zamanda aileleriyle baglantiyi kaybettiler ve savunmasiz, ayakta duramayacak hale geldiler. Kagnilarin sürücüleri, alacaklarini son kurusuna kadar aldiktan sonra, tasidiklari insanlarin ve esyalari ansizin asagiya attilar ve baska kurbanlar almak üzere köye döndüler. Böylece kisa bir süre sonra genci-yaslisi, hemen herkes yola yürüyerek devam etmek zorunda kaldi. Hükümetin, güya sürgünleri korumak üzere göndermis oldugu jandarmalar birkaç saat isinde iskenceci olup çikiyorlardi. Yürüyüsü yavaslattigini gördükleri kisileri süngüleriyle dürtüyorlardi. Dinlenmek için durmaya kalkisanlar veya bitap düsüp yere yigilanlar, acimasizca kalabaliga katilmaya zorlaniyorlardi. Jandarmalar hamile kadinlari bile süngülüyorlardi, sik sik oldugu gibi, eger içlerinden biri dogum yapacak olursa hemen kaldiriliyor ve yürüyüse devam etmeye zorlaniyordu. Tüm yolculuk boyunca Müslüman mukimlerle araliksiz sürtüsmeler yasandi. Jandarma müfrezeleri, Kürt asiretlerine kurbanlarin yaklastiklarin bildirmek üzere önden gidiyordu ve köylüler de uzun süredir bekledikleri firsatin geldiginden haberdar oluyorlardi. Hükümet cezaevlerini bile açmis ve yaklasan Ermenilere karsi iyi birer Müslüman gibi davranacaklarindan emin oldugu mahkûmlari serbest birakmisti. Dolayisiyla her kafile refakatçi jandarmalar, köylüler, asiretler ve çeteler olmak üzere çesitli siniflardan düsmanlar karsisinda bir ölüm kalim savasimi veriyordu. Ve unutmamaliyiz ki, bu yolculari savunabilecek erkeklerin hemen hepsi öldürülmüs veya amele olarak askere alinmisti ve sürgünlerin tüm silahlarina yolculuk baslamadan önce sistematik bir biçimde el konulmustu. Kurbanlar baslangiç noktasindan itibaren birkaç saat ilerlemislerdi ki, Kürtler daglardaki yerlesim yerlerinden indiler. Yeniden kizlarin üstüne çullanarak, peçelerini kaldirdilar ve güzel olanlari tepelere kaçirdilar. Arzularina alet edebilecekleri çocuklari kaçirdiktan sonra kalanlarin tümünü de acimasizca soydular. Sürgünlerin yanlarinda para veya yiyecek varsa onlari da alarak hepsini açliga mahkûm ettikten sonra onlar umutsuzca dua ederken ortami terk ettiler. Giysilerini çikartip, çaliyor hatta bazen hem erkekleri hem kadinlari tamamen çirilçiplak biraktilar. Kürtler, bütün bunlari yaparken, rahatça adam öldürüyorlardi, kadin ve yasli erkeklerin çigliklari da bu korkunç ortami daha da dayanilmaz kiliyordu. Açik arazideki saldirilardan kaçmayi basaranlari Müslüman köylerde yeni korkular bekliyordu. Köylerdeki Türk kabadayilar kadinlara saldiriyor, emellerine nail olduktan sonra çildirmanin esiginde sayiklarken onlari, ölüme terk ediyorlardi. Sürgünler veya sag kalmayi basaranlar öylesine korku dolu bir gece geçirdikten sonra ertesi sabah tekrar yola koyuluyorlardi. Jandarmalarin acimasizligi yolculuk uzadikça artiyordu. Yere düsen biri olursa olay yerinde süngülüyorlardi. Yüzlerce Ermeni açlik ve susuzluktan ölmeye basladi. Irmak kenarlarina geldiklerinde bile, jandarmalar, sirf iskence olsun diye, su içmelerine izin vermiyorlardi. Çölün yakici günesi yari çiplak vücutlari yakiyordu. Çölün sicak kumunda çiplak ayaklari yara içinde kaliyor, binlercesi düsüp ölüyor veya düstükleri yerde öldürülüyordu. Böylece baslangiçta saglikli insanlardan olusan bir grup birkaç gün içinde, çaresizlik içinde bir lokma yemek arayan, yollarda bulduklari ne varsa yiyen, maruz kaldiklari olaylardan akillarini kaçiran, çektikleri sikintilardan hastalanmis ve sürekli olarak süngüyle, kirbaçla ve degnekle dürtülen bir iskelet sürüsü haline geliyordu. Ve böylece, kafileler yol aldikça, arkalarinda tifüsten, dizanteriden ve koleradan ölen yasli erkeklerin ve kadinlarin, sirtlarinda tasidik1ari, açlik ve susuzluktan son nefeslerini vermis çocuklarin gömülmemis cesetleri olmak üzere bir baska kafilenin kalintilarini birakiyorlardi. Bebeklerini, korunmak üzere yabancilara vermeye çalisan kadinlar vardi ve bunu yapamayan kadinlarsa, hiç degilse aci çekmeden ve rahatça ölsünler diye yavrularini kuyulara atiyorlar veya çalilarin arkasina birakiyorlardi. Geride bir mecidiyeye veya yaklasik seksen cent'e köle olarak satilmakta olan ve alicilarin vahsi emellerine hizmet ettikten sonra fahiselige sürüklenen küçük bir kizlar ordusu kalmisti. Kalabalik, gömülmemis veya bir bölümü gömülmüs cesetlerin yanina uzanmis, hasta ve ölmekte olan insanlarla dolu bir dizi kamp yerinden geçiyordu. Havada akbaba sürüleri onlari izliyor, aç köpekler cesetler için birbirleriyle dövüsüyor ve kafileyi takip ediyorlardi. En korkunç sahneler irmak kenarlarinda, özellikle Firat'ta gerçeklesiyordu. Bazen, irmagi geçerken, jandarmalar kadinlari suya itiyor, yüzerek kurtulmaya çalisan herkese ates ediyorlardi. Bazen kadinlar namuslarini korumak adina, çocuklari kucaklarinda, kendileri nehre atiyorlardi.

"Remnants of an Armenian Family"
Kongre Kütüphanesine ait bir fotograf

Bir konsolosluk raporunda "Haziran'in son haftasinda, Erzurum Ermenilerinden bazi gruplar müteakip günlerde sevk edildi ve çogu güzergâh üzerinde vurularak veya bogularak katledildi" diye yaziyor. Firat'a atilan zengin ve yasli kadin Madam Zarouhi nehirdeki bir kayaya siki siki tutunarak kurtuldu. Kiyiya dogru yüzmeyi basarabildi, Erzurum'a döndü ve bir Türk arkadasinin evinde saklandi. Erzurum'daki 'Rus Kent Birligi' üyesi Prens Argoutinsky'ye, askerlerin yüzlerce çocugu nasil süngüleyip daha sonra Firat'a attiklarini, erkek ve kadinlarin nasil çirilçiplak soyulup, birbirlerine baglandiklarini ve nehre atildiklarini hatirladikça ürperdigini anlatti. Dedigine göre, nehrin Erzincan civarindaki kivriminda, binlerce ceset üst üste yigilarak bir barikat olusturmus, bundan dolayi da Firat yatagini tahminen yüz yarda degistirmis." Türk Hükümetinin "Ermenileri yeni evlere sevk etme" niyetinde olduklarini ciddiyetle belirtmeleri saçmadir; kafilelere gösterilen muamele Enver ve Talat'in gerçek amaçlarinin imha oldugunu açikça göstermektedir. Bu igrenç kosullarda güneye gönderilen kaç sürgün belirtilen yerlere ulasmistir? Tek bir kafilenin basindan geçenler bile bu tehcir planinin imha planina nasil dönüstügünün kanitidir. Söz konusu ayrintilar bana dogrudan Halep Amerikan Konsolosu tarafindan verilmis olup, su anda Washington'da Disisleri Bakanliginda dosyalidir. Çogunlukla kadinlardan, kizlardan ve çocuklardan olusan üç bin Ermeni, Haziran ayinin birinde bir kafile halinde Harput'tan ayrilmisti. Hükümet her zaman oldugu gibi , Bey'in komutasinda yetmis jandarmayi refakatçi tayin etmisti. Bu jandarmalar yine her zamanki gibi muhafiz olmaktan çok, iskenceci ve infazci idiler. Bey'in, Malatya'ya kadar güvenligi saglamasi için yalvaran kafileden 400 lira almasi üzerine yola çikmislar; çok geçmeden onlara yiyecek saglamak yerine onlari jandarmalarin merhametine birakarak kaçmis gitmis. Bu perisan yolcular Bagdat hatti üzerindeki ilk istasyon olan Ras-ül-Ayn'a kadar çok korkunç olaylara maruz kalmislar. Jandarmalar önden giderek, daglardaki yari vahsi asiretlere birkaç bin Ermeni kadin ve kizinin yaklasmakta oldugu haberini hemen yetistirmisler. Araplar ve Kürtler kizlari kaçirmaya baslamis, daglilar onlara tekrar tekrar tecavüz etmisler ve jandarmalar da seks âlemine bizzat katilmislar. Kafileye eslik eden birkaç erkek teker teker öldürülmüs. Kadinlar paralarini, agizlarinda ve saçlarinin arasinda saklamislar; bu yolla saklayabildikleri paralarla at satin almislar, ama daha sonra bu atlari Kürtlere çaldirmislar. Sonunda, on üç gün boyunca sorumlu olduklari insanlari soyan, döven, tecavüz eden ve öldüren jandarmalar hepsini kendi haline birakmislar. Iki gün sonra Kürtler de partiye katilmis ve hala hayatta kalmayi basaran erkekleri bir araya toplamislar. Yaslari 15 ila 90 arasinda degisen yaklasik 150 erkek bulmuslar, onlari hemen uzaga götürmüs ve hepsini dogramislar. Fakat ayni gün Sivas'tan gelen bir baska kafile Harput'tan gelen kafileye katilmis, böylelikle sayilari 18,000'e çikmis. Bu sefer baska bir Kürt Beyi komutayi almis ve ayni mevkii elde eden tüm adamlar gibi o da bunu yagma, zülüm ve cinayet için uygun bir firsat olarak ele almis. Kürt Reis tüm takipçilerini daglardan çagirmis ve onlara bu büyük Ermeni grubuna ne isterlerse yapabileceklerini söylemisler. Günler ve geceler boyu, en güzel kizlar kaçirilmis; bazen bu kizlar geri dönmeyi basarabilmis ve baslarindan geçenleri anlatmislar. Ayrica yürüyüsçüleri izleyemeyecek kadar yasli ve zayif ve hasta olanlar hemen öldürülmüsler. Bir köye ulastiklarinda oranin serserilerinin Ermeni kizlarina saldirmalarina göz yumuluyormus. Giderek küçülen bu kalabalik Firat'a vardiginda 200 erkek cesedinin suda yüzdügünü görmüsler. O zamana kadar sürekli soyulduklarindan artik üzerlerinde yirtilmis giysilerinden baska hemen hiçbir sey yokmus, ama Kürtler onlari da almislar ve kafilenin büyük bolümü bes gün boyunca kavurucu çöl günesinin altinda neredeyse çirilçiplak yürümüs. Sonraki bes günde de bir lokma ekmekleri veya bir damla sulari bile kalmamis. "Yolda binlercesi kirildi," diye yaziyor rapor, "dilleri odun kömürüne dönmüstü ve bes günün sonunda, nihayet bir çesmeye rastladiklarinda, bütün kafile oraya dogru kosturdu. Lakin oradaki polisler bir damla su bile almalarina izin vermedi. Amaçlari bir kupa suyu 3 liradan satmakti ve bazen parayi aldiktan sonra bile suyu vermiyorlardi. Baska kuyularin oldugu sair bir yerde bazi kadinlar kendilerini kuyuya atti, fakat su çekmek için ne bir kova vardi ne de ip. Bu kadinlar boguldu ve buna ragmen geride kalanlar o kuyudan su içti, kuyunun içi cesetle doluydu ve bu cesetler suyu kirletiyorlardi. Bazen kuyular sig oldugunda ve kadinlar asagi inip çikabildiginde, obur insanlar susuzluklarinin bir nebze olsun gidermek için onlarin islak, kirli elbiselerini yaliyor veya emiyordu. Bir Arap köyünden geçiyorlardi ki Araplar onlara merhamet edip, birkaç parça kiyafet verdiler. Bu insanlardan hala parasi olan kimileri kiyafet alabildi; lakin bazilari da ta Halep'e kadar çirilçiplak vaziyette gitti. Zavalli kadinlar utançlarindan neredeyse yürüyemiyorlar, iki büklüm ilerliyorlardi." On yedinci gün bir avuç yaratik Halep'e varmisti. 18,000 kisiden olusan kafileden sadece 150 kadin ve çocuk ulasmayi basarmis. Kalanlardan en güzel olanlar Kürtlerin ve Türklerin tutsaklari olarak hala yasiyorlardi; digerleri ölmüstü.


Kongre Kütüphanesine ait bir fotograf

Bunun gibi dehset dolu seylerden, ayrintilara girmeden de olsa, söz etmemin tek nedeni, Ingilizce konusan kamuoyunun Türk olarak bildigimiz bu ulusun ne oldugunu anlamalaridir. Korkunç ayrintilari aktarmadim, çünkü bu Ermeni erkek ve kadinlarinin karsilastigi sadistçe tutumlari oldugu gibi anlatmaya kalksam, herhangi bir Amerikan yayinevi bunlari yayinlamazdi. Bu zavalli insanlar her gün, ancak insan aklinin en sapkin içgüdülerinin tasarlayabilecegi suçlarla ve ancak en alçak hayal gücünün tasavvur edebilecegi zulüm ve adaletsizliklerle yüz yüze kaldilar. Tüm insanlik tarihinin bunun gibi korkunç olaylari hiç yasamadigina eminim. Geçmisteki büyük katliamlar ve zulümler 1915 yilinda Ermeni irkinin çektigi acilarla karsilastirildiginda önemsiz kalir. On üçünü yüzyilin baslarinda Albigensiyanlar'in bogazlanmasi tarihteki en acili olaylardan biri olarak sayila gelmistir hep. Fanatizmin bu örneginde yaklasik 60,000 insan öldürülmüstür. Aziz Bartholomew katliaminda yaklasik 30,000 insan yasamini kaybetmistir. Bu tür zalimliklerden biri olarak görülen Sicilya Aksam Dualari 8.000 kisinin imhasina yol açmistir. Torquemada'nin yönetimindeki Ispanyol Engizisyonu hakkinda ciltlerce kitap yazilmistir, ancak onun yönetiminde gecen on sekiz yil boyunca yalnizca 8,000 kadar insan öldürülmüstür. Belki de tarihte Ermeni tehcirlerine en çok benzeyen olay, Yahudilerin Ferdinand ve Isabella'nin yönetimindeki Ispanya'dan atilmalaridir. Prescott'a göre, 160.000 insan yerlerinden yurtlarindan edilmis, Afrika ve Avrupa'ya yayilmistir. Yine de tüm bu sözü geçen zulümler, en az 600.000 belki 1.000.000 insanin yok edildigi Ermeni tehcirleriyle karsilastirdigimizda oldukça siradan ve basit kalmaktadir. Bu geçmis katliamlari, Ermeni mezalimine yön veren zihniyetle karsilastirdigimizda, belki mazeret olarak görebilecegimiz bir özelligi vardir: hepsi dinsel fanatizmin ürünüdür ve önayak olan insanlarin çogu, Tanrilarina içtenlikle hizmet ettiklerine inaniyorlardi. Ermenileri Allah'a hizmet ettiklerini düsünerek kiliçtan geçirenlerin muharrik gücü de hiç kuskusuz dini fanatizmdir, fakat suçu gerçekten tasarlayan adamlar için böyle bir sey söz konusu degildir. Onlarin neredeyse tümü, ne Hiristiyanliga ne de Islamiyet'e saygilari olmayan ateisttiler ve onlari harekete geçiren sey, sogukkanlilikla, kurnazca güdülen devlet politikasiydi. Ermeniler bu ülkeyi sadece Türklerin ülkesi haline getirme politikasindan aci çeken yegâne halk degildir. Ermeniler hakkinda aktardigim öyküyü biraz degistirerek Rum ve Süryaniler için de anlatabilirim. Aslinda Rumlar bu millilestirme ideasinin ilk kurbanlaridir. Avrupa Savasi öncesindeki birkaç ay boyunca Osmanli Hükümetinin Anadolu'nun kiyilari boyunca Rum tebaalarini nasil tehcire basladiklarini anlatmistim. Bu zulümler Avrupa veya Birlesik Devletleri tarafindan az ilgiye nail olmustu, ancak üç ya da dört aylik zaman diliminde 100,000'den fazla Rum, Ege kiyilarinda çaglar boyu yasadiklari yurtlarindan sökülmüs ve Yunan Adalarina ve içerlere götürülmüslerdir. Bunlarin iyi niyetli sevkiyatlar oldugu söylenebilir; yani, Rum mukimler fiilen yeni yerlere tasinmislar ve topyekûn bir katliama ugramamislardir. Muhtemelen uygar dünyanin, Türklerin ileride sadece Rumlara degil, Ermenilere, Süryanilere, Nesturilere ve baska tebaalara uygulamaya karar verdikleri bu sevkiyatlara karsi çikmamasinin tek nedeni budur. Gerçekten, Istanbul Emniyet Müdürü Bedri Bey, sekreterlerimden birine, Rumlarin son derece basariyla sürüldüklerini, dolayisiyla ayni yöntemi imparatorluktaki diger bütün irklara uygulamaya karar verdiklerini bizzat anlatmisti. Dolayisiyla Rumlari sehitlikleri, savasa denk gelen dönem ve 1915 yilinin ilk aylarinda baslayan dönem olmak üzere iki dönem içermektedir. Birincisi temel olarak Anadolu'nun deniz kiyisinda bulunan Rumlara yöneliktir. Ikinci dönem Trakya'da ve Marmara Denizi'ni çevreleyen topraklarda, Çanakkale ve Istanbul Bogazi'nda, daha sonra Karadeniz kiyilarinda yasayan insanlari etkilemistir ve buralarda sayilari birkaç yüz bini bulan insan Anadolu'nun içlerine gönderilmistir. Türkler Ermenilere karsi uyguladiklari seylerin hemen hemen aynisini Rumlara karsi da uygulamislardir. Ilk baslarda Rumlari Osmanli ordusuna kabul etmis, daha sonralari onlari amele taburlarina ayirmaya, Kafkasya ve baska yerlerdeki yol insaatlarinda kullanmaya baslamislardir. Binlerce Rum askeri, ayni Ermeniler gibi, soguktan, açliktan ve baska yokluklardan dolayi ölmüstür. Rum evleri silah bulma bahanesiyle teker teker aranmis, Rum erkek ve kadinlar ayni sekilde dövülmüs ve iskenceden geçirilmistir. Rumlar da mecburen neredeyse hiçbir seyleri kalmayacak sekilde resmi taleplerle yüz yüze birakilmislar ve bunlari kabul etmek zorunda kalmislardir. Türkler Rum tebaalari Müslüman olmaya zorlamaya çalismislardir; Rum kizlari, ayni Ermeni kizlarin gibi, kaçirilarak Türk haremlerine kapatilmislardir; Rum erkek çocuklarin kaçirilmis ve Müslüman evlere yerlestirilmislerdir. Rumlar, ayni Ermeniler gibi, Osmanli Hükümetine sadakatsizlikle suçlanmislardir; Türkler onlari Marmara'daki Ingiliz denizaltilarina erzak saglamakla ve de casusluk yapmakla itham etmislerdir. Türkler ayrica Rumlarin Osmanli Hükümetine sadik olmadiklarini ileri sürerek ve ülkede yasayan Rumlarin Yunanistan'in bir parçasi olacaklari günü beklediklerini dile getirmislerdir. Bu son suçlamalar kuskusuz gerçekti; Rumlarin, Osmanlinin elinde bes yüzyil boyunca tarifsiz acilar çektikten sonra, topraklarinin anayurdun bir parçasi olacagi günü iple çekmeleri insani sasirtmaz. Ama Türkler ayni Ermeniler yaptiklari gibi bunu bir firsat sayip tüm Rumlara vahsice saldirdilar. Rumlar her yerde gruplar halinde toplanmis ve jandarmalarin sözde korumasi altinda, içerlere nakledilmislerdir. Bu yolla ne kadarinin dagitildigi kesin olarak bilinmemekle beraber, tahminlere göre bu sayi 200,000 ile 1.000.000 arasinda degismektedir. Bu kafileler büyük sikintilar çekmis fakat Ermeniler gibi genel anlamda katliamlara ugramistir ve bu konuda çok sey duyulmamis olmasinin sebebi büyük ihtimalle bu yüzdendir. Türklerin onlara gösterdikleri bu dikkatin nedeni kuskusuz merhamet ya da acima duygusu degildi. Rumlarin, Ermenilerin tersine, onlarin refahiyla yakindan ilgilenen bir hükümetleri vardi. O tarihlerde Tötonik Ittifak arasinda Yunanistan'in savasa Itilaf kuvvetlerinin yaninda girecegine dair genel bir endise vardi ve Anadolu'daki Rumlara yönelik topyekûn katliam, Yunanistan'da öylesine bir ruh hali yaratacakti ki Alman yandasi kral ülkesini savasin disinda uzun fazla tutamayacakti. Dolayisiyla, Osmanlinin Rum tebaalarini Ermenilerin basina gelen felaketlerden uzak tutan tek sey bu devlet politikasiydi. Fakat onlarin acilari da derindir ve uygar dünyanin Türkleri sorumlu tutacaklari suçlar dizisinin bir baska bölümünü olusturur.

Chapter 23 - The Armenian 'Uprising'  Chapter 25Chapter Twenty-Five: Talaat tells why he deports the Armenians

        Contents  Contents

Readers may wish to compare the Ambassador's account of the 'Armenian Uprising'' in the previous chapter with that of Ms Grace Highley Knapp's flight from the American Mission Compound in Van.

"We were fifteen Americans, and had ten Armenian dependents - women and children - to provide for,
and most of us had lost nearly everything but the clothes we stood in
."     Letter to Dr Barton 24th May 1915

Source: Mount Holyoke College, Massachusetts  


Donate $1 to help maintain this page and pay for translations.

Please donate $1 to help maintain this page on Google Adwords - otherwise it will end.

The Treatment of Armenians 1915 -1916 by Viscount Bryce

Resolution Vote


Hit Counter
Page sponsored by www.AidArmenia.com